23 Nisan 2014 Çarşamba

İslamoğlu Tef. Ders. MÜDDESSİR SURESİ (48-56) (184-A)c



b sayfasından devam



48-) Fema tenfe'uhüm şefa'atüşşafi'ıyn;



Artık onlara şefaat edicilerin şefaati fayda vermez. (A. Hulusi)



48 - Fakat fâide vermez o vakit şefaati şefaatçilerin. (Elmalı)





Fema tenfe'uhüm şefa'atüşşafi'ıyn işte böylelerine hiçbir şefaatçinin şefaati fayda veremez, vermez.



Bu ayetin bir özelliği var. Kur’an ın nüzul sürecinde şefaat kelimesinin ilk geçtiği ayettir. Kur’an da 25 ayet vardır şefaatle ilgili, 25 ayetten biri de bu. Bu 25 ayetin 23 ü olumsuz cümle yapısıyla gelir. menfi cümle yapısı. Onun için Ayet el Kürsî de oldu gibi men zelleziy yeşfe'u 'ındeHÛ illâ Biiznih. (Bakara/255) Kimmiş bakayım O’nun katında kayıracak olan, O’nun izni olmadan, O izin vermeden.



Burada ki illâ Biiznih; iki şekilde anlaşılabilir istisna. O’nun kayırmadığı birini kimmiş kayıracak olan. Bakınız bu çok önemli, O’nun kayırmadığı birini. Yani O şefaat etmeden şefaat edecek olan kimmiş bakayım. İkincisi de O’nun şefaat etmediğine şefaat edecek olan kimmiş bakayım. Kayırmadığını kayıracak olan kimmiş bakayım.



Niçin suali cevap için 38. ayet yeter. Bakınız, lütfen bakınız. Niçin sualine cevap, surenin içinde 38. ayette. Neden kayıramaz o gün Allah’tan başka hiç kimse? 38. ayeti okuyoruz;



Küllü nefsin Bima kesebet rehiyneh (38) çünkü herkes kendi yaptıklarının rehinidir de onun için. Yaptıkların şefaat etmeyecekse kimseden bekleme diyor. Küllü nefsin Bima kesebet rehiyne ayeti, bu ayetin beraberinde ışığında okunmalı. Onun için işte bunlara hiçbir şefaatçinin şefaati fayda vermez. Neden? Çünkü insan yaptıklarının rehinesidir diyor, rehinidir diyor. Her can kendi yaptıkları tarafından rehin alınmıştır.



Yine 37. ayet de böyle, onu da okuyalım; Limen şâe minküm en yetekaddeme ev yeteahhar (37) içinizden öne geçmeyi veya arkada kalmayı isteyen herkes için. Demek ki isteğimize bağlı. Öne geçmek mi istiyoruz, arkada kalmak mı istiyoruz. Bu mesele.



Dahası 43 – 47. ayetlerde orayı da okuduk, orayı da gördük. Ne diyor; Biz şunlardan değildik. Bizim yüzümüz Allah’a dönük değildi, biz yoksulu doyurmuyorduk. Biz dalanlarla birlikte günaha dalıyorduk. Demek ki bizim ellerimizle yaptıklarımız yüzünden biz böyle olduk. Onun içinde işte bunlara hiçbir şefaatçinin şefaati fayda vermeyecek. Çünkü müşrikler putlarının şefaat edeceğine inanırlardı. Onun için 25 ayetten 23.ü olumsuzlayarak geliyor. Yani müşriklerin şefaat anlayışını, kayırma anlayışını. Ahiret varsa bile bizi birileri kayırır, bizi bu taptıklarımız kayırır yaklaşımını sıfırlamak ve reddetmek için. Bu manada şefaat meselesinde tüm anlayışımızın mihenk taşı sebe’/23. ayeti ve Zümer/44. ayeti olmalıdır.



Ne diyor sebe’/23. ayeti Ve lâ tenfa'uş şefa'atü 'ındeHU illâ limen ezine leh. (Sebe’/23) hiç kimsenin şefaati fayda vermez, ancak onun izin verdiği, yani onun lehine izin verdiği kimse dışında. Allah Allah..! Bu; sen kayır denilen kimseye de delalet eder, ben onun kayırıyorum. Yani ben ona şefaat ettim, sen şefaatimi bildir manasına gelir aslen.



Peki Zümer/44. ayeti ne diyor? Kul Lillâhiş şefa'atü cemiy'an (Zümer/44) şefaatin tamamı, cemiy’an gelmeseydi istisna var derdik. Allah’a aittir. Peki çelişki mi var? ..illâ limenirteda, (Enbiya/28) illâ Biiznillah gibi istisna cümlelerine ne yapmalı; Allah’ın izin verdikleri hariç istisna cümleleri? Hayır, asla çelişki yok, ama doğru anlarsak.



Şefaat şudur dostlar: Allah af etmiştir, Allah bağışlamıştır kulunu ve af ödülünü takdir etmiştir. Ahirette Kulunu affettiğine dair ödülü; Ey kulum sen ver diyor. Ödül tevdiidir şefaat. Yani benim şu kulumu affettiğime dair ödülü, onu bağışlamam ve ona cennetimi verdiğime dair haberi sen ver. Bu haberi vermekle seni görevlendiriyorum. Bu.



Siz sahnede size ödülünüzü takdim etmek için çağırılan insana şöyle ödülün sahibi, ödülü veren kişi olarak bakarsanız haksızlık olmaz mı? Aslında o da onurlandırılmıştır, ona da bir ödüldür. Ödülü ver demek ona ödüldür. İşte şefaati böyle anlayacağız. Allah’ın verdiği ödülü tevdi etmek. Böyle anlarsak doğru anlamış oluruz.



[Ek bilgi; ŞEFAAT VE ŞİRK.

Şefâat, sanılıyor ki, biri gelip koluna girip seni sürükleyecek; bir yere sokacak! Birisi koluna girip de, seni bir yere mi götürecek!?

Şefâat, dünyada var; âhirette var, mahşerde var, cehennemde var. Rasûlullah Aleyhisselâm’ın şefâati var; evliyanın şefâati var; âlimlerin şefâati var.

Nedir bu şefâat? Neye dönük bir şefâattir? Yalnızca cehennemden çıkmaya dönük bir şefâat mi? Günahların en büyüğü nedir?

"İnneş şirke lezulmün azîm"!(Lokman/13).

"Şirk azîm zulümdür"; diyor âyet. Yâni, "Allah"ı, tanrı mesabesine koymak! Şirk budur!

"Sizin için korktuğum gizli şirktir, artık açık şirk olmaz ümmetimde" diyor.

Öyle ise Tanrıya tapmak "kebâir"in tâ kendisidir! Büyük günahların en başında gelen ve hepsinin kökenidir! Bütün günahların kökeninde de "Şirk-i hafî" yani "tanrıya inanmak" yatar!

"Ey iman edenler Allah`a iman edin"(Nisa/136); âyetindeki uyarı, Hz. Muhammed ve Kur`ân ‘a iman, edip henüz Tanrı anlayışından kurtulmamış olan SAHÂBEYE gelmişti. “Sahâbe”, yâni Allah Rasulü`nü gören (!) ler böyle olursa..! Ya bizler?!....

Allah`a imanın yolu da, cehennemden kurtuluşun yolu da hep şirki hafîden kurtulmak için ŞEFÂATE NÂİL OLMAKTAN GEÇER!

"Allah izin vermedikçe ŞEFÂAT edemez kimse"(Yunus/3) Âyetini. "TANRI izin vermedikçe ŞEFÂAT edemez kimse" diye anlarsak. Cehennem ateşimiz kolay kolay sönmez bizim! Yanarız da yanarız!

“Tanrı izin vermedikçe ŞEFÂAT edemez kimse”, cümlesi ile; “ALLAH izin vermedikçe şefâat edemez kimse”, cümlesi arasındaki fark nedir?

Evimizdeki nesneyi, biz, Topkapı Sarayı’nın hazine dairesinde bile arasak bulamayız! Çünkü evimizde! Biz, “şefâati reddederken”; “şefâat nasıl ulaşır” bize?

Basiretimizi örten perde örtülü olduğu sürece, biz nasıl şefâati görüp, şefâate ulaşabiliriz?

 “Tanrı”ya inanırken,, “Tanrı”nın büyükelçi (!) sine ve “Arapça bilen Tanrı”nın “Arapça yazılı gönderilmiş” bir kitaptaki emirnâmesine iman ederken! Türlü kerâmetleriyle âdeta bir sihirbaz gibi değneği ile bizi cehennemden kurtaracak “Tanrının Evliyâsı”na inanırken. Nasıl, ŞEFÂAT bize ulaşır?

Allah (özümüzden), izin vermezken; içindeki, şefâati reddederken; kim şefâat edebilir ki! Basiretimizi örten perde nasıl kalkar da, şefâate ulaşırız biz!. Ve böylece de, nasıl şirki hafîden arınıp; her şey’in hakikatı ve varlığımızın kaynağı olan “ALLAH İsmiyle İşaret Edilen”e iman edip; “Kur’ân ”ı "OKU"ruz?

(şirkten) arınmamışlar el sürmesin! dendiği halde. Bize kalırsa. Önce, Allah`tan (yani özünden gelen bir yolla) izin çıkıp, ŞEFÂATE nâil olmak gerek. sonra şefâati değerlendirip, diğer âfâkî perdelerden arınmak. Sonra da, nefsine bilincine-şuuruna-gerçek "ben"ine zulmetmeyi terk etmek!

Sen, nefsine sürekli zulmetmektesin; nefsinin, hakikatini yaşamasına engel olduğun sürece.

Üstelik bu gerçeği bildiğin halde, çevrenle paylaşmıyorsan, o “en yakınım” dediklerine de zulmün en büyüğünü yapıyorsun!

Ama ben istiyorum da olmuyor! Niye olmuyor?

Muslukçuda pasta satılmaz!... Bilgisayarcıda ayakkabı aranmaz!.

Şeytan, zâhirine bakıp Âdem’in, “İblis” oldu! Âdem’in, ilmine ve hakikatine bakıp onu değerlendirebilseydi, bu sahnelenen oyun oynanmayacaktı zaten!

Biz, yalnızca ilim için yaratıldık! İlmi de, ateşin arkasına koydu ki Allah, korkaklar o ateşe "nefsim yanmasın, yanarak arınmasın" diyerek yaklaşamasın da; böylece, yanma korkusuyla, da lâyık olmadıklarını ele geçiremesinler diye.

Ateşte benliğini yakma korkusunu atıp, içine dalabilenler; Deccal’ın sağ yanındaki ateş Cehenneminden geçip, ilim ve irfân Cenneti`ne girebilirler! Korkuyu atamayanlar ise, ateşten geçemezler ve ilme irfâna ulaşamazlar. Korkuyu atmak gerek!

Yunus Emre’nin dediği "Ödünü sıdır"ın açıklamasını yanındaki arkadaş yapmıştı bana. Allah’tan yapmış. Sayesinde hep gözü kara daldım her yeni ilmin içine!

Geldik elli küsûrlara altmış küsûrlara... Ne yaşayacağımız, özellikle de aklımız başımızda, ağrısız sızısız sağlıklı olarak ne kadar yaşayacağımız meçhul!

"Şirki hafi"den kurtulduk mu? Vicdanımız cevap versin! “ALLAH İsmiyle İşaret Edilen”in, bir “Tanrı” olmayıp; ne olduğunu fark edip; hiç olmazsa iman edebildik mi? O`nu her an ve her yerde görüp, dinleyebiliyor muyuz? Her dem O`nunla konuştuğumuzun farkında ve bilincinde miyiz?

Şefâatin ulaşması için, önce uzatılanı geri çevirmemek gerek! Şefâat, Cehennem`den kurtulmak içindir; ki bu, Cehennem`in dünya bölümünde de olur, Âhiret bölümünde de!

Şefâat, Allah`a da ermek içindir! Ki bu da ancak dünyada iken ilm’ullah’ın zâhir olduğu kişiyi bulmak ve onu değerlendirmekle mümkündür!

Şefâat, kişinin yanlışlarda ısrarına yol açan, yanlışlarından dönmesine engel olan bilgi yetersizliğini ortadan kaldırıp, kişiyi o konuda bilgilendirmektir! Nebi ve Rasûllerin de, Evliyanın da şefâati hep bu yoldadır. Kişi o bilgilerle kendinde arınmayı oluşturur ve yanmaktan kurtulur! Gereğini de yaşayarak (hem enfüsünde hem âfâkında) bilinç boyutunda “Allah”a erer!

Öyle ise; Önce, “ötendeki TANRI” değil, özündeki “ALLAH” izin verecek ki; sen o şefâate açık hâle geleceksin! Şefâati, def etmeyeceksin. Sonra o, ŞEFÂAT olan bilgiyi değerlendirecek, ilim doğrultusunda yaşayarak arınacaksın. Sonra da “şirki hafî” sona erip “ALLAH”a ereceksin.

Bu konuyu etraflı düşünmek, tartışmak ve anlamak, “şefâat” kapısının açılması demektir, umarım!.(A. Hulusi-ŞEFEAT VE ŞİRK)

Soru;

-“İnsan ve Sırları” kitabınızda bahsettiğiniz ölümden sonraki idrâk kapasitesindeki genişleme yatay mı, yoksa dikey olarak bir genişlemeden de söz edilebilir mi?

Üstad;

-Ölümden sonra idrakte yatay genişleme söz konusudur. Dikey genişleme sadece Dünya hayatı içinde mümkündür... Ölümle birlikte, dikey yolu kapanır. (A. Hulusi- Okyanus ötesinden)]





49-) Fema lehüm 'anittezkireti mu'ridıyn;



Onlara ne oluyor ki, hatırlatıcıdan yüz çeviricidirler? (A. Hulusi)



49 - Ya şimdi ne mazeretleri var o öğütten yüz çevirirlerken. (Elmalı)





Fema lehüm 'anittezkireti mu'ridıyn yeni bir pasaja girdik, son pasaj. Şu halde o uyarıdan yüz çevirmekle ellerine ne geçecek? Yani bu tipler, birilerinin kendisine şefaat edeceğini söyleyen bu tiplere kimsenin şefaati fayda vermez. Peki uyarıdan yüz çevirmekle, vahiyden yüz çevirmekle, Allah’a sırt dönmekle ellerine ne geçecek?



Düşünebiliyor musunuz falan beni kayıracak diye Allah’a sırt, hatta falan beni kayıracak demesi, Allah’a sırt dönmesi olarak görülüyor, öyle algılanıyor. Bu çok önemli. Rabbim hepimizi her türlü sapmadan muhafaza buyursun. Rabbimizin şefaatine nail etsin inşaAllah.





50-) Keennehüm humurun müstenfiretun;



Onlar sanki ürküp kaçan yaban eşekleri gibidirler! (A. Hulusi)



50 - Sanki ürkmüş yaban eşekleri. (Elmalı)





Keennehüm humurun müstenfirah onlar ürkek yaban eşeklerine benziyorlar. Benzetmeye bakın, benzetmede ki edebi ihtişama bakın lütfen; Yaban eşeklerine benziyorlar.





51-) Ferret min kasveretin;



Aslandan ürküp kaçarcasına! (A. Hulusi)



51 - Aslandan kaçmaktalar. (Elmalı)





Ferret min kasverah amansız avcıdan kaçan eşeklere. Yaban eşeği; Bir dostu düşmandan ayıramaz. Onun için kendisine ot vermek için yaklaşandan da kaçar, kendisini yemek için yaklaşandan da kaçar. Bu yaban eşeği bir tür Zebra, zebra da yaban eşeğidir. yahsabune külle sayhatin 'aleyhim. Münafıkun/4)  onlar her çığlığı kendi aleyhlerine zannediyorlar diyordu ya ayeti kerime. İşte tıpkı öyle, yaban eşeği gibi. Her çığlığa kulak kabartır, her çığlığı aleyhine zanneder.



Burada aslında medeniyet düşmanlığı  yaban eşeği üzerinden veriliyor, yabanilik. Kur’an adamı medenileştirir zımni cümlesi var burada. Bedevi bir toplumun içine indi, eşkıyadan evliya çıkardı. Yesrib’in acı meyveli, acı yemişli mekan üzerine indi, ne yaptı Medine yaptı, medeniyetin beşiği yaptı. Kararmış bir coğrafyaya indi, orayı aydınlık yaptı. O coğrafyanın içinde dün deve çobanı olan insanların arasından öyle bir nesil çıkardı ki, bu insanlar gittiler, yer yüzünün iki imparatorluğundan biri olan kisranın huzurunda biz işgale gelmedik, seni ve etrafındakileri Kula kulluktan Allah’a kulluğa çağırmaya geldik diyebildiler. Bu kadar muhteşem bir akıl kazandırdı olnlara, şuur kazandırdı.





52-) Bel yüriydü küllümriin minhüm en yu'ta suhufen muneşşereten;



Belki de her biri, kendisine (vahiy inip) açılmış sahifeler verilmesini diler! (A. Hulusi)



52 - Yok onlardan her kişi kendisine ayrı sahifelerle tezkireler dağıtılmasını istiyor. (Elmalı)





Bel yüriydü küllümriin minhüm en yu'ta suhufen muneşşerah Evet, onların her biri kendilerine açık seçik, yani önlerine açılmış, konmuş sayfalar isterler.



Talebe bakın, şu saçmalığa bakın, hatta azgınlığın verdiği saçmalık. Yani sana geldiyse bize de gelsin de inanalım. Vahiy bize de gelsin.



Vahiy aslında size geldi. Başınıza taş değil de vahiy düşseydi gene inanmazdınız. Bu sefer ona da bir bahane bulurdunuz. Mesele bu değil ki, sizin sorununuz farklı. Siz tefekkür etmiyorsunuz, sığ düşünüyorsunuz. Fikr ediyorsunuz. Ama tefekkür etmiyorsunuz. Onun için de algılayamıyorsunuz. Siz iman ön bilgisiyle bakmıyorsunuz, küfür ön yargısıyla bakıyorsunuz. Onun için algılayamıyorsunuz. Yaban eşekleri gibi vahyin sizi ateşten korumak için çığlığını siz kendi aleyhinize çığlık gibi algılıyor ve kaçıyorsunuz. Saadetinizden kaçtığınızı bilmeden, cennetinizden kaçtığınızı bilmeden, Allah’tan kaçılmayacağını bilmeden kaçmaya kalkıyorsunuz.





53-) Kellâ* bel lâ yehafunel'ahırete;



Hayır! Bilakis, sonsuz gelecek yaşamdan korkmuyorlar!



53 - Hayır, doğrusu Âhiretten korkmuyorlar. (Elmalı)





Kellâ yoo..! Ama bu mümkün değil, bunu beceremezsiniz, bunu yapamazsınız bel lâ yehafunel'ahırah sizin asıl sorununuz, onların asıl problemi ne biliyor musunuz? Onların ta temelde yatan problemi ahiretten korkmuyorlar. Niye? Demek ki iman aslında ahiret korkusunu, ahiret sancısını insanın içine yerleştirmek içindir. Ahiret sancısı insanın içinde olmazsa insanı kim tutar. Eğer devlet görmüyorsa, kolluk güçleri görmüyorsa, kimse fark etmiyorsa yap gitsin. Allah görüyor diyenlerle Allah görmüyor diyen aynı davranır mı? Bu ikisinin hayatı aynı olurmu? Bu ikisinin yaşantısı aynı olur mu? Gören bir Allah’a inananla inanmayanın hayatı aynı olur mu? Hassasiyetleri aynı olur mu? Ayette onu söylüyor.





54-) Kellâ innehû tezkiretun;



Hayır! Muhakkak ki o bir hatırlatmadır! (A. Hulusi)



54 - Hayır hayır o muhakkak bir tezkire. (Elmalı)





Kellâ yoo! Yine yo..! yine hayır innehû tezkira bütün bu okuduklarınız, bu vahiy, bu Kur’an bir uyarıdır. Yine zımnen üzerinde 19 vardır ayetine atıf, yani, 30. ayetti değil mi, evet 30. cu ayete bir atıf olarak anlarsak; Bu bir şifre kitabı, bu bir tılsım kitabı, bu bir bulmaca kitabı, bu bir lügaz kitabı falan değil, bu hidayet kitabıdır, öğüt kitabıdır. İnsana doğru yolu göstermek için Allah’ın gönderdiği bir öğüttür.





55-) Femen şâe zekerehu;



Dileyen onu zikreder (hatırlayıp değerlendirir)! (A. Hulusi)



55 - Dileyen onu tezekkür ede. (Elmalı)





Femen şâe zekerah artık dileyen öğüt alır diyor, dikkat buyurun, dikkat kesilin lütfen. Şu iki ayete bakar mısınız? Kur’an ın kurban olduğum üslubuna bir bakar mısınız. Dileyen öğüt alsın, veya dileyen öğüt alır dedikten sonra ne diyor bakınız:





56-) Ve ma yezkûrune illâ en yeşâAllâh* HUve ehlütTakva ve ehlülMağfireh;



Allâh dilemedikçe onlar zikredemezler (hatırlayıp değerlendiremezler)... O, takvanın ehlidir (dilediğinde korunmayı izhar eder) ve mağfiretin ehlidir (dilediğinde mağfiretini oluşturur).(A. Hulusi)



56 - Mamafih Allah dilemeyince düşünmezler, koruyacak da odur, mağfiret edecek de. (Elmalı)





Ve ma yezkûrune illâ en yeşâAllâh Allah dilemedikçe de kimse öğüt alamaz. Hani dileyen öğüt alırdı? Bir önceki ayeti bir sonraki ayet (Haşa) yalanlıyor mu? çelişki mi var. Binlerce haşa..! Bir sonraki ayet, bir sonraki ayeti açıklıyor. Nasıl açıklıyor? Allah insana dilemesi için irade vermiştir diyor. Yani insanın dilemesini isteyen de Allah’tır. Allah insanın dilemesini istemeseydi, dilemeyi vermezdi. Demek ki insanın mazereti yok, insan dileyecek. Allah’ın verdiği iradeyi kullanarak dileyecek, doğru kullanarak dileyecek. Biz açıkça bunu anlıyoruz buradan.



Burada iradeye hürmet var. Ama Allah dilemedi diyor, yani nedir? Allah iradeyi diledi. Allah onun yerine dilemiyor, kulun yerine dilemiyor. Kulun yerine dileseydi eğer iradeyi yok saymış olurdu. O zaman insana ödül ve ceza gerekmezdi. Yer ve gök gibi olurdu. Otomatiğe bağlanmış olurdu. Ama kulun yerine Allah dilemiyor Kul dilesin diye ona iradeyi diliyor. İnsanın kaderi seçmektir onun için. lev şaAllâhu ma eşrekna.. (En’am/148) diyorlardı müşrikler. Eğer Allah isteseydi, dileseydi biz şirk koşmazdık. Görüyor musunuz mazereti, bahaneyi? Allah dileseydi biz şirk koşmazdık. Yani bizim müşrik olmamızı Allah diledi öyle mi?



Bundan büyük iftira olur mu? Bu iftira kadar büyük değilse daha küçüklerini bizler etrafımızda görmüyor muyuz. Adam aklını kullanmadığı için pisliğe mahkum oluyor. Bu ayettir, onun için söylüyorum ve yec'alürricse alelleziyne lâ ya'kılun. (Yunus/100) Allah pisliğe mahkum eder akletmiyenleri. Pisliğe mahkum oluyor, mahkum olduğu pisliği kader olarak sunuyor. Yani kaderimiz pisliğe mahkum olmakmış. Ama Allah aklını kullanmayanları pisliğe mahkum eder diyor? İşte bunun gibi.



Ve ma yezkûrune illâ en yeşâAllâh* HUve ehlütTakva sorumluluk duyulmaya en ehil olan Allah’tır. Yani insanın kendisine karşı sorumluluk duymasına müstahak olan varlık Allah’tır. Takva ehli bu manaya geliyor. ve ehlülMağfireh yine bağışlamaya müstahak olan varlık Allah’tır. Dolayısıyla eğer birinden sakınacaksak Allah’tan, birinden korkacaksak Allah’tan, birine karşı en büyük sevginin en büyük payını ayıracaksak Allah’a, eğer birinden, bir kişiden yardım isteyeceksek Allah’tan yardım isteyeceğiz. Birine kul olacaksak Allah’a kul olacağız ki kurtulalım.



Sadakallahulaziym. Allah en doğrusunu, gerçeği, en gerçeği söyledi.



Ve ahiru davahüm enil hamdülillahi rabbil alemiyn



Allah doğru söyledi. Çağrımız ve davamız Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd’adır.





Müddessir (32-56) suresinin sonu.

Müddessir (32-56) toplu olarak BURADA bulabilirsiniz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder